Hapis, Özgürlükler, Abluka ve Karşı Medya
Birbirine zıt ve çelişkili unsurlar tek bir yerde bir araya gelemez yahut gelmeyeceği varsayılır. Ancak Gazze Şeridi’nde böyle unsurlar bir araya gelmiştir. Çünkü Gazze Şeridi abluka altındadır ve neredeyse tüm dünya, Gazze’nin tarihteki en büyük hapishane olduğu konusunda hemfikirdir. Hatta bu hapishane, diğer hapishaneler içerisinde demokrasinin kökleşmiş olduğu ülkelerdekinden ziyade, diktatörlük ve zorba rejimlerin hüküm sürdüğü devletlerdeki hapishanelerle benzerlik göstermektedir. Burada yalnızca gençler ve yetişkinler değil, çocuklar dahi çocukluklarından mahrum edilmektedir. Hürriyetler açısından bakıldığında ise Gazze hapishanesindeki insanlar, her türlü hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılmışlardır. Çalışma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü ve hatta yaşama özgürlükleri bulunmamaktadır. Nafha çöl hapishanesinde iken 2007’de tahliye edilen Gazzeli bir arkadaşımı hatırlıyorum. Kendisi hapishane kantininden Gazze’ye götürmek amacıyla ayakkabı almak istemişti. Çünkü Gazze’de ayakkabı bulunamıyor, girişine de izin verilmiyordu. Bu dar açıdan, hapis hayatıyla Gazze’deki hayatı kıyaslamamız mümkündür. Bunları söylemedeki amacımız bu hapishanedeki hayatın ne kadar kötü olduğunu anlatmak değil, elimizden geldiğince buradaki çelişkinin boyutunun anlaşılmasını sağlamaktır. Bu çelişki ise, hak ve özgürlüklerden mutlak anlamda mahrum edilmek anlamına gelen hapis hayatı ile vazgeçilmez unsurlar olan hak ve özgürlüklere sahip çıkılmasının aynı anda mahpuslardan isteniyor olmasıdır.
İsrail hapishanelerinde bulunan, Filistin direnişinin evlatları ve Filistin halkının seçkin isimleri, “esaret hareketi iç düzeni” olarak adlandırdıkları bir dahili sistem geliştirdiler. Bu sistemi esirler, gardiyanların burunlarının dibinde, olmayan imkanlarla ortaya koydu. Hatta sisteme ait kurallar, sigara kağıtlarına ve margarin ambalajlarına yazılarak, bağırsaklarda taşındı. Sonra ise teftişte uzman olan gardiyanları aciz bırakacak yerlerde korundu. Bu dahili sistem, kültürel, sosyal, siyasal ve güvenliğe ilişkin tüm alanları kapsayacak şekilde tasarlandı. Güvenlik meselesine gelince; burada biraz durmak zorundayız.
Düşmanın hapishanelerindeki direniş erleri, direnişin sinir uçları, arşivi, mirası, cephanesi ve liderleridir. Ancak hapiste ve düşmanın pençeleri arasındadırlar (Gazze’deki mahpus direniş gibi). Hiçbir hakları ve özgürlükleri yoktur. Yalnızca özgür vatanlarını hak ettiklerine dair inançları ve sarsılmaz iradeleri bulunmaktadır. Hedef alınmışlardır ve iradelerinin kırılabilmesi için hapsedilmişlerdir. Düşman da iradelerini kırmak için her türlü yöntemi uygulamaktadır. Bu yüzden kendilerini savunmak zorunda olduklarını anlamamız gerekmektedir. Böylece hapishane içerisinde güvenlik amaçlı faaliyetlere başlamaları kaçınılmaz olmuştur. Zaten hem güvenlik hem de özgürlüklerden mevzubahis edildiğinde, en kökleşmiş demokrasilerde bile bu iki unsurun bir çatışma halinde olduğunu görürüz. Nitekim korku zamanlarında çoğunlukla hak ve özgürlüklere saldırı gerçekleştirilir ve hatta bunun örneği olarak olağanüstü hal ilan edilir. Bununla beraber hedef tahtasına oturtulan bir tutuklu, diğer tutuklulara zulmetmemeli ve onların haklarını ihlal etmemelidir. Ayrıca iki uç noktayı bir araya getirebilmeli ve masumiyetini koruyarak, (tutukluların insan haklarına karşı) hiçbir ihlale bulaşmadan hainlerin elini bağlayabilmeli ve onlarla hesaplaşabilmelidir.
Hapishanelerdeki güvenlik durumuyla ilgili daha fazla detaya girmeden, dünyanın en büyük hapishanesindeki güvenliğe dönelim. Bu hapishanedeki her şey adeta birer gardiyan; tutukluların sahip olduğu tek şey ise kırılmaz iradeleridir. Bu hapishaneye giren ve çıkan her türlü yiyecek ve içecek düşman tarafından kontrol altında tutuluyor. Hatta bu düşmanın içeride ve dışarıdaki müttefikleri de bu denetiminde onu destekliyor. Buradaki tutuklunun, yegâne para ve mal kaynağı olan gardiyanlarla işbirliği yapmaktan başka bir çaresi yok. Tutuklunun eline geçen insani yardımlar bile çoğunlukla gardiyanın keyfine ve kıstaslarına göre dağıtılıyor. Bunlara ek olarak tutuklu, özgür bir şekilde yemek yiyemezken insanları (tutukluları) doğal bir otorite gibi mutlu etmekle yükümlü, hiçbir özgürlüğü yokken başkalarının özgürlüğüne saygı duymalı. Yine tutuklulara esasen bir özgürlük savaşçısı olan kendisinden alınmış hakları vermek zorunda. Aslında dünyanın birçok yerindeki mazlumların ve gariplerin umudu o.
Bu noktadan hareketle, şartlar ne olursa olsun hak ve özgürlüklere yapılan saldırıların haklı gerekçesi olamaz. Ancak meselenin mahiyetinin doğru olarak anlaşılması gerekmektedir: Bu insanların yaşama, çalışma, hareket etme vb. haklarını ihlal eden, tutukluların kendisi değil gardiyanlar ve onların işbirlikçileridir. Zira gardiyan, kente polis üniforması sokmalarına müsaade etmemekte, isyan hareketini bastıracak ve düzeni sağlayacak araç gereçlerin girişine izin vermemektedir. Gardiyan evleri, hapishaneleri, güvenlik merkezlerini yıkmakta, tutuklu haklarına da hiçbir surette önem vermemektedir. Gardiyan gıda, ilaç, yakıt, para, maaş, ihracat ve ithalat ürünlerinin tamamını kontrolü altında tutmakta, bir yandan da Gazze Şeridi’ndeki halkın onurlu yaşama hakkından dem vurmaktadır. Bunu ise halka merhamet duyduğundan değil, onu otoritesine boyun eğdirmek istediğinden yapmaktadır. Bu noktada direnişin otoritesi karşısındaki temel zorluk, işgal rejiminin tuzağına düşmemek, ablukaya, kısıtlamalara ve Gazze’yi pusuda bekleyen dış tehditlere rağmen, hak ve özgürlüklere saldırıda bulunmamaktır.
Bununla beraber tüm bu zorluklara rağmen Gazze’deki (mahpus) direniş, silahlı güçler teşkil etmiş, kente silah sokmuş, kendisi silah ve mühimmat geliştirerek tarih boyunca akıllardan silinmeyecek bir destanı ortaya koymuştur. İmkansızı başararak bir model oluşturmuş, hatta dünyanın tüm özgür ruhlu insanlarına bir ilham kaynağı olmuştur. Mazlum halklar ve ezilenler için, işgal altından özgürlük ve hak çıkaran bir modeldir bu. Böylece destekçileri de dahil olmak üzere çokları için bu mücadele, bir şok etkisine sebep olmuş ve benzeri bir askeri efsanenin ortaya koyulamadığı alanlarda verilen imtihandan geçmiştir. Bu tutukludan beklenen, – kaçakçılık yoluyla olsa da – direnişçi güçlü bir ekonomi inşa etmesidir ki bunu gerçekten de kaçakçılık ile gerçekleştirmiştir. Füzeleri kaçırırken yaptığı gibi İskandinav standartlarındaki hapishaneleri kaçırarak yer altındaki tünellere gömmesi kendisinden beklenmese de, kaçakçılık yoluyla tutuklulara refah getirmesi beklenmektedir.
Evet, işte gerçekle hayal arasındaki fark budur. İmkanların tükendiği gerçekliğe rağmen destansı bir direniş gerçekleştirildi, aç bırakma politikasına rağmen insanlar çıplak olsa da ayakları üzerinde durdular, komplolara, ihanetlere ve ihlallere rağmen Gazze Şeridi’ndeki (tutuklu) halk, giderek abluka altında olmayan birçok ülke halkından daha fazla özgürlük kazanmaktadır. Ancak gerçekleşen, öngörülenden farklı olmuştur. Öngörülen, direnişçilerin vatandaşlar için ellerinden gelen ölçüde refahı sağlamaya çalışmaları ve bir irade özgürlüğü sembolü olmalarıydı. Bu da halk üzerinde destansı direnişin kendisi gibi yansımasını bulmalı ve böylece dünyanın en nitelikli özgürlüklerine bu halk sahip olmalıydı. Halkını ve toprağını korumak için canını, evini, karargahını ve parasını feda eden direnişin, halkının refahı için daha fazlasını harcaması gerekirdi. Nitekim şartların imkansızlığına rağmen silahlara sahip olan, dünyanın en güçlü ordularından birini hedef alarak titreten ve dünyanın en güçlü hava ve kara savunmalarına sahip şehirlerine kadar ulaşabilen direnişin, halkın özgürlüklerini kısıtlaması düşünülemezdi.
O halde direniş bu kadar özgürlük ve hak ile yetinecek midir? Elbette hayır. Direnişin yalnızca tek arzusu olmayan Gazze’deki otoritesiyle yetinmeyeceği gibi, gözünün Kudüs ve Filistin’in tamamında olması gibi, gözünün yalnızca Gazze Şeridi’nde değil dünyanın tüm mazlumları, mağdurları ve ezilenlerinin hak ve özgürlüğünün üzerinde de olması gerekir.
Özgürlük için çabalayan, onun için savaşan ve can veren direniş, Türkiye gibi bağımsız, istikrarlı ve AB’ye giriş şartlarını yerine getirmesi beklenen bir devlet değildir. Yine direniş, Çin gibi vatandaşlarının güçlü bir ekonomiye sahip olduğu ancak siyasi haklardan yoksun bulundukları sosyalist bir devlet de değildir. Ancak direniş, birçok devlet ve halkın mahrum kaldığı siyasi irade özgürlüğüne sahip olduğu gibi, bir özgürlük öncüsü de olmalıdır. Mazlumların umudu, ilham kaynağı olmayı sürdürmelidir. Eğer özgürlük, başkalarının sahip olamayacağı bir lüks ise, uğruna savaşılan hayali yel değirmenlerinden öte bir anlam taşımayacaktır. Bu nedenle bu alandaki tecrübeler iyi bir şekilde incelenmeli, gerekli ibret ve dersler çıkarılmalı ve böylece en kötü koşullarda dahi hak ve özgürlükler muhafaza edilebilmelidir.