Filistin Yönetimi’ne Yapılan Ekonomik Baskılar: Göstergeler ve Seçenekler

17 Şubat 2019 itibariyle İsrail Güvenlik Kabinesi, Filistinli esir ve şehit ailelerine tahsis edilmek üzere Filistin Yönetimi’ne ödediği 502 milyon şekel (yaklaşık 138 milyon dolar) tutarındaki ödeneği kesme kararı aldı.

İsrail’in söz konusu adımının, Donald Trump başkanlığındaki ABD yönetiminin Filistin için ayrılmış olan yardımlarını ve Batı Şeria’daki projelerini durdurma konusundaki kararının sonrasında atılması dikkat çekmektedir. Meselenin Filistin ekonomisine yansımalarını ve Filistin Yönetimi’nin memurlara karşı yükümlülüklerini ne derecede yerine getirebileceğini anlamak için, konu hakkında ekonomi uzmanlarına danışmak gerekmektedir.

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi bu amaçla, Filistinli ekonomistlere Filistin Yönetimi’nin içinde bulunduğu ekonomik durum ve karşı karşıya kaldığı başlıca zorluklarla ilgili olarak şu soruları yöneltti: ABD ve İsrail’in Filistin Yönetimi’ne yaptığı ekonomik baskının niteliği nedir? Filistin Yönetimi’ne bağış yapan ülkelerin yardımlarının azalmasının yansımaları nelerdir? Ekonomik durumun kötüleşmesi karşısında Filistin Yönetimi’nin elinde hangi seçenekler bulunmaktadır?

Uzmanların konuyla ilgili öne çıkan görüşleri şunlardır:

  • Uzmanlar, Filistin Yönetimi’nin çöküş noktasına ulaşacağını ihtimal dahilinde görmemektedir. Çünkü ABD ve İsrail, Filistin Yönetimi’nin varlığını devam ettirmesine gereksinim duymaktadır. Buna bağlı olarak uygulanan ekonomik baskılar, yönetimin yaşadığı mali krizi derinleştirecek olsa da, ekonomiyi çöküş noktasına getirmeyecektir.

  • Filistin Yönetimi’ne yapılan baskıların iki hedefi bulunmaktadır: Birincisi; zafiyete uğraması halinde dahi Filistin Yönetimi’nin varlığını sürdürmesini, böylece kuruluş amacının dışına çıkmamasını sağlamaktır. İkincisi ise; ABD ve İsrail’in Yüzyılın Anlaşması ve bölgeye yönelik siyasi vizyonunu dayatma konusunda şantaj yapmasıdır.

  • Uzmanlar söz konusu adımın etkisini azaltmak amacıyla Filistin Yönetimi’ne bir dizi seçenek sunmaktadır. Bunlar; Filistin Yönetimi ve kurumlarının, yeni ekonomik duruma uygun biçimde yeniden yapılandırılması, yani harcamaların önceliklere göre sıralanması ve harcamalar konusunda bir tasarruf planının hayata geçirilmesidir. Aynı şekilde Filistin diplomasisi etkin hale getirilerek, İsrail ve ABD’nin atmış oldukları adımlar sonucu ortaya çıkan boşluğu dolduracak alternatiflerin oluşması sağlanmalıdır.

  • İsrail ve ABD’nin Filistin Yönetimi’ni ortadan kaldırabileceği yalnızca bir durum söz konusu olabilir; Yüzyılın Anlaşması’nın olgunlaşarak hazır hale gelmesi ve siyasal rejimin tamamıyla değişmesinin bir zorunluluğa dönüşmesi halinde bu gerçekleşebilir. Böyle bir durumda mevcut realiteye son verilerek yerine kendi isteklerine uygun bir yapı getirebileceklerdir. Ancak bu, şu an için söz konusu değildir.

Dr. Nasr Abdülkerim, Finans ve Ekonomi Uzmanı, Birzeit Üniversitesi- İktisat Fakültesi öğretim üyesi

Filistin halkının ekonomik durumu genel anlamda iyi değil. 2018 yılında Filistin’de ekonomik durgunluk kendisini açık bir şekilde göstermeye başladı. İşgal hükümetinin son kararı da mevcut krizi derinleştirdi. Uluslararası yardımlar Filistin Yönetimi’nin ilk kurulduğu dönemdekine kıyasla azalmaya başlamış, 2010’dan 2017’ye kadar yardımlardaki düşüşün oranı %70’i bulmuştur.

İşgal hükümetinin bu kararının Filistin ekonomisi üzerinde etkisi ise kanaatimce bu kararın uygulanma şekline bağlı olacaktır. Bahsi geçen meblağın tamamı Mart 2019’da kesilecek ve böylece Filistin Yönetimi’nin bütçesi kesin bir krize mi girecektir, yoksa kesinti aylara yayılacak ve etkisi daha az mı hissedilecektir?

Bu kararın olası sonuçlarına bakacak olursak; Filistin Yönetimi’nin çöküntüye uğramasını ya da bu adımın mali bir ambargoya dönüşmesini ihtimal dahilinde görmüyorum. İsrail ya da ABD mali bir ambargo uyguladığı takdirde, Filistin Yönetimi tamamen ortadan kalkacaktır. Halbuki söz konusu adımın hedefi bir nevi ceza vermek; Filistin Yönetimi’nin yükümlülüklerini tam olarak yerine getirme kapasitesini ve halka yeterli düzeyde hizmet sunma gücünü zarara uğratmaktan ibarettir. Ki bu da Filistin Yönetimi’ni belirli bir ortalamada tutmak ne çökmesini ne de istikrara kavuşmasını sağlamak şeklinde tezahür etmektedir.

Öte yandan İsrail yahut ABD, oluşan boşluğu doldurmak ve sükuneti korumak için AB ya da Arap ülkelerine yönelebilir. İsrail ve ABD’nin Filistin Yönetimi’ni ortadan kaldırabileceği yalnızca bir durum söz konusu olabilir; Yüzyılın Anlaşması’nın olgunlaşarak hazır hale gelmesi ve siyasal rejimin tamamıyla değişmesinin bir zorunluluğa dönüşmesi. Böyle bir durumda mevcut realiteye son verilerek yerine kendi isteklerine uygun bir yapı getirebileceklerdir. Ancak bu, şu an için söz konusu değildir.

Filistinlilerin önündeki seçenekler ise, öncelikle şantaj içeren adımlara hazırlıklı olmaktır. Ancak maalesef Filistin Yönetimi’nin tarzında böyle bir durum söz konusu değildir. Yönetim, her krize karşı münferit tepkiler geliştirmektedir. Başlangıçtan bu yana yönetim, kolaya kaçmakta ve krizleri geçiştirmektedir.

Alternatif olarak şunlar önerilebilir: Birinci olarak üzerinde çalışılmış ve halkın haklarına zarar vermeyecek bir tasarruf planı hazırlanmalıdır. Zira bazı gerekli olmayan harcamalar yapılmakta, bu da ziyana yol açmaktadır. İkinci olarak Filistin Yönetimi’nin gelir kaynakları için alternatifler oluşturulmaya çalışılmalıdır. Bu da gelecekteki Filistin hükümetinin gündemini işgal etmesi gereken bir konudur. Üçüncü olarak ise vergilerde tarafsız davranılmalı, vergiler arttırılmamalı ve böylece vergi kaçakçılığının oranı düşürülmelidir.

Dördüncü ve önemli diğer bir seçenek ise, Filistin diplomasisini etkin bir hale getirmek ve bazı devletlerden yeni yardımlar alınmasını sağlamaktır. Zira mevcut zorlu ekonomik koşullar bir istikrarsızlık ve gerilim ortamı doğurabilir ve bu da yönetim üzerinde daha fazla baskı oluşması sonucunu beraberinde getirecektir.

Dr. Ömer Abdurrezzak, 10. Dönem Maliye Bakanı, An-Najah Milli Üniversitesi- İktisat Fakültesi öğretim üyesi

Filistin Yönetimi’nin ekonomik durumu son derece kritiktir. Ödeneğin kesintisi durumunda yönetim mali konulardaki yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine getiremeyecektir. Öte yandan bankalar da Filistin Yönetimi’ne destek vermeye ya da finansal olarak yönetimle ilişki kurmaya devam ettikleri takdirde ABD’nin kendilerini cezalandırmakta ısrar ettiği sürece, zor bir durumda kalacaklardır. Ancak çeşitli tarafların Filistin Yönetimi’nin ekonomik olarak çökmesine göz yumacağını düşünmüyorum. Çünkü Filistin yönetiminin varlığı, işgal rejiminin stratejik açıdan çıkarınadır. Nitekim Filistin yönetimi, kendisine biçilen – özellikle de güvenlik sahasındaki – görevleri yerine getirmeye elverişli olduğunu ispat etmiştir.

Oslo ve Paris anlaşmalarından bu yana İsrail ve ABD, bağışçı ülkelerden alınan ve toplanan paraları siyasi hedefleri gerçekleştirmek amacıyla bir baskı aracı olarak kullanagelmiştir. ABD’nin halihazırda yaptığı ise, Amerikalılarla bir araya gelmeyi reddetmekten vazgeçmesi yahut yalnızca ABD’nin arabulucu olduğu değil, uluslararası bir arabuluculuk mekanizmasının işletildiği şartlar oluşmadan müzakerelere geri dönmesi için kullanılan ucuz bir şantajdır.

Atılan söz konusu adımın yansımaları olarak Filistin Yönetimi, özellikle de ABD’nin diğer bağışçı ülkeleri korkutması ve yardımlarını askıya alarak ABD’nin öne sürdüğü koşullara bağlı hale getirmeye zorlaması halinde, kısa vadede mali bir darboğaza girecektir. Ancak yönetim uzun vadede bu fırsattan güç alarak birçok bağışçı ülkeden, özellikle de yardımları siyasi sürece ve bu sürecin gelişimine bağlı olan ülkelerden, bağımsızlığını kazanmaya çalışmalı, bütçedeki zafiyeti gidermek için başka kaynak ve mekanizma aramalıdır.

Ekonomik zayıflama karşısında Filistin Yönetimi’nin önündeki seçeneklere baktığımızda, AB ve diğer bazı devletler vasıtasıyla İsrail’e siyasi baskı yapma ve direnişçileri kovuşturmamak, hiçbir surette peşlerine düşmemek vasıtasıyla sahada baskı uygulama seçeneklerini görmekteyiz. Uzun vadede ise Filistin’deki vergi sisteminin, vergilerin adil ve hakkaniyetli bir şekilde arttırılacağı bir hale getirilmesi ve işadamlarının Filistin Yönetimi’ni finanse etme konusunda en fazla yükü alması gerekmektedir. Ayrıca imalat projeleri noktasında dengeyi sağlayacak biçimde özel sektörde ortaklaşa yatırım yapılmalı, güvenlik alanındaki harcamaların payı düşürülerek, çeşitli toplumsal harcamaların payı arttırılmalıdır.

Dr. Said Hayfa, Birzeit Üniversitesi- İktisat Fakültesi öğretim üyesi

Filistin ekonomisinin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, durgunluk hali ve işsizliğin %34 oranında artmasıdır. Batı Şeria ve Gazze arasında farklılıklar bulunsa da, asıl önemli olan yaşları 19 ila 24 arasında olan gençler ve üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranının %40’tan fazla olmasıdır. Bu oran, Filistin Yönetimi’nin içerisinde bulunduğu durum ve maddi zorluklar üzerine kurulu olan İsrail’le ilişkilerdeki değişiklikler göz önüne alındığında, daha da artacağa benzemektedir. Aynı şekilde ABD ile ilişkiler ve ABD tarafından finanse edilen projelere karşı uygulanan mali yaptırımlar da bu hususta etkili unsurlar olacaktır.

Tüm bunlara rağmen kanımca Filistin Yönetimi’nin ekonomik olarak çökmesi zor gözükmektedir. Çünkü ABD ve İsrail’in tüm bu yaptırımları yalnızca bir şantaj mesabesindedir ve yönetimin ekonomik olarak çökmesi kimsenin çıkarına değildir. Bu nedenle azalsa da yönetime verilen destek devam edecektir. Fakat yaşanacak zafiyetin ileri boyutta olacağı söylenebilir. Korkarım ki bu takdirde Filistin Yönetimi, söz konusu zafiyeti gidermek için mevcut ekonomik durum bunu kaldıramayacak halde olsa da, vatandaşların aleyhine olacak biçimde vergi ve harçları arttırma yoluna gidebilir.

Kanaatimce aklı başında resmi bir karar alındığı takdirde gelirler arttırılarak, giderler azaltılabilir. Yine Arap dünyası yahut farklı devletlerden alternatif kaynaklar bulunabilir. Zira Filistin Yönetimi’nin mevcut haliyle varlığını sürdürmesi, ABD ve İsrail de dahil olmak üzere birçok önemli tarafın çıkarına uygun düşmektedir. Mevzubahis ekonomik baskılar, siyasi tavırlar ile ABD ve İsrail’in Filistin meselesi konusunda dayatmaya çalıştığı bakış açısı ve planlara göre hareket etme bağlamında uygulanan bir şantajdır. Şahsi görüşüm Filistin Yönetimi’nin durumu tersine çevirebileceği, bunun için de vaziyeti değerlendirerek mevcut hali farklı bir yöne sevk edebileceği ve böylece yeni gerçeklikle ilgili olarak başka bir strateji aramaya başlayabileceği yönündedir.

İsrail ve ABD’nin attığı bu adımların, başta memur maaşları ve Filistin ekonomisi olmak üzere yansımaları olacaktır. Hükümetin harcamaları ekonominin muharrik gücüdür. Bu da ekonomik durumun daha da bozulacağı ve işsizliğin artacağı anlamına gelmektedir.

Eldeki seçeneklere bakıldığında öncelikle hükümetin harcamalarının rasyonel hale getirilmesinin gerekliliği göze çarpmaktadır. İkinci olarak önceliklere odaklanacak surette, ilgili sektörler desteklenmelidir. Üçüncü olarak öncelik mantalitesi bağlamında bazı sektörler bir kenara bırakılmalıdır. Örneğin sağlık ve eğitim birincil önceliklerdir ve bu sektörlere daha fazla önem verilebilir. Geri kalan sektörlerdeki harcamalar ise gözden geçirilebilir. Diğer bir seçenek de devlet kurumlarındaki gizli işsizlik konusunun araştırılmasıdır. Böylece işgücünü düzenlemek suretiyle, emekten daha fazla yararlanılabilir. Tüm bunlar ise cesur kararlar almayı gerektirmektedir.

Dr. Nail Musa, An-Najah Milli Üniversitesi- İktisat Fakültesi öğretim üyesi

Kanaatimce Filistin ekonomisinin önündeki en büyük zorluk, Filistin Yönetimi’nin bütçesini yerel gelirlere ek olarak dış yardımlar üzerine kurmuş olmasıdır. Ancak dış yardımlar bağışçı devletlerin Filistin Yönetimi’nin performansından memnun olup olmamasına bağlıdır. Buna bağlı olarak da ABD ve İsrail’in atmış olduğu adım, yönetimin gelirlerini etkileyecek, bu da kamu bütçesi üzerinde etkisini gösterecektir.

İsrail’in atmış olduğu adım, Filistin Yönetimi’nin ülke içindeki haklarını etkileyecektir. Zira pratik açıdan bakıldığında, ülke içinde toplanan vergiler Filistinlilerin hakkıdır. Bu nedenle de bu gelirlerin tamamının ya da bir kısmının kesilmesi, hükümetin performansını ve ekonomik durumunu etkileyecektir.

Filistin Yönetimi’nin karşılaşması olası çöküş ve zafiyet konusunu ele alırken ise, öncelikle yönetimin üzerine kurulduğu felsefeyi anlamak gerekmektedir. Nitekim yönetimin varlığı, İsrail’in çıkarınadır. Çünkü yönetim, dünyadaki en ucuz işgal şeklidir. Öyle ki bizler, fiili olarak bakıldığında özgürleşmiş değiliz. Bu nedenle İsrail, yönetimin çökmesini istememekte; bilakis sürekli olarak zor bir ekonomik durum içerisinde bulunması ve böylece öncelik vermesi gereken şeylere öncelik verememesini arzulamaktadır. Yani yönetimin sürekli olarak ülke içindeki ekonomik krizle meşgul olması ve böylece herhangi bir siyasi adım atamaması gerekmektedir.

Bu yaptırımların iki hedefi vardır: Dönemsel olan hedef, İsrail’deki seçimlerle ilintilidir. Buna göre direniş marjinalleştirilmeli ve direniş kavramı – Filistinliler açısından bile – kişisel çıkarlarla çatışan bir olgu haline getirilmelidir. Stratejik hedef ise Yüzyılın Anlaşması’dır. Öyle ki Filistin Yönetimi büyük bir ekonomik krizin içerisine sokulacak ve böylece belirli siyasal tavırların kabul edilmesi yahut Filistin halkının önünde bazı tavırların takınılmasının mazur gösterilmesi sağlanacak, bunun da mali baskılar nedeniyle meydana geldiği söylenebilecektir.

Filistin Yönetimi’nin önündeki seçeneklerden biri yerli bankalara borçlanmak ya da dost ve kardeş devletlerden bu süreçte kendisine destek olmasını istemektir. Ancak ne zamana kadar bu şekilde geçici seçeneklere başvurulabilir ve bu seçenekler ne kadar bir süre için yeterli olabilir? Yerel seçenekler açısından bakıldığında ise, elde sınırlı tercih hakkının bulunduğunu, bunların ise Filistin Yönetimi’nin yeniden yapılandırılması ve harcamalarının rasyonel hale getirilmesinden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.

Şahsi görüşüme göre en etkili seçenek, kararlı bir tutumu gerektirse de, Filistin Devlet Başkanı’nın bahsetmiş olduğu ‘kesinti yapıldığı takdirde herhangi bir finansmanın kabul edilmemesi’ seçeneğidir. Buna bağlı olarak Filistin’in yapılan anlaşmalara karşı tavrı, ya bu anlaşmaların tam olarak uygulanması ya da hiçbir şekilde uygulanmaması şeklinde olabilir. Bu da güvenlik alanındaki koordinasyonun son bulacağı anlamına gelmektedir ki güçlü bir koz olan bu durum İsrail’i zora sokarak, Filistinlilerin haklarını tanımaya mecbur kalması sonucunu doğurabilir.

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu