Dr. Ahmed Atawna ile Röportaj
Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi genel müdürü Dr. Ahmed Atawna ile bölgede yaşanan son gelişmeler ve Filistin meselesine etkileri üzerine yaptığımız röportajı ilginize sunuyoruz.
1- Türkiye-İsrail ilişkilerini düzeltmek adına adımlar atıldı. Bu adımları Filistinliler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Filistinliler bu gelişmeleri nasıl karşıladı?
Prensip olarak öncelikle şunu söylemek gerekir ki Filistinliler genel olarak bu yakınlaşmadan memnun değiller elbette. Filistinliler gerek Arap ve İslam dünyası gerekse herhangi bir devletin işgal devleti (İsrail’le) normal ilişkiler kurması veya geliştirmesinden duydukları rahatsızlıkları birçok farklı platformda her vesile ile dile getirmektedirler. Çünkü İsrail ile ilişkileri normalleştirmek Filistinlilerden ziyade İsrail’e faydası olan bir adımdır. İsrail bölgede meşru bir devlet değil; Filistin köy, kasaba ve şehirlerinin işgal edilmesi ile kurulmuş bir yapıdır. Filistinlilerin topraklarını çalarak, toprakların gerçek sahiplerini kovarak, Filistin halkının yarısını dışarıda farklı ülkelerde ve yarısından daha fazlasını da Filistin içerisinde (Batı Şeria ve Gazze şeridinde) mülteci haline getirerek oluşturulmuş bir yapıdır. Bu gayri meşru yapının Filistinlilere karşı sürdürmekte olduğu apartheid (ırka dayalı ayrımcılık) uygulamaları günümüzde de hala devam etmektedir. Filistinliler coğrafi olarak bulundukları her yerde İsrail’in acımasız hak ihlallerine maruz kalmaktadırlar. İşgal altındaki Filistin topraklarında (48 toprakları) yaşamakta olan İsrail vatandaşı Filistinliler İsrail’in ayrımcı siyasetlerine maruz kalmaktadır. Adeta ikinci sınıf vatandaş olarak muameleye tabi tutulmaktadırlar. Filistinlilerin hakları ihlal edilmektedir. Batı Şeria’da duvar ve yerleşim birimleri sebebi ile ayrıca Kudüs’ün Yahudileştirilmesi projeleri sebebi ile vatandaşlar hak ihlallerine maruz kalıyor. Gazze’de ambargo ve savaşlar Filistinli vatandaşların İsrail tarafından karşılaştıkları zulmün görüntüsün oluşturuyor. Diasporadaki Filistinlilerinse vatanlarına dönmeleri engelleniyor, babalarının dedelerinin zorla ayrılmak zorunda bırakıldıkları asıl memleketlerine dönmelerine İsrail müsaade etmiyor. Filistinli nerede olursa olsun hakları ihlal ediliyor. Birçok uluslararası örgüt de zaten söz konusu işgalci yapıyı apartheid (ırka dayalı ayrım yapan bir devlet) olarak sınıflandırdı, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) bunlardan biri. BM’nin bu yönde raporları vardı, BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCWA) bir rapor hazırlamıştı ancak ABD ve Batılı devletlerin baskıları sebebi ile bunu yayınlayamadılar. Olayın bir tarafı böyle. Diğer taraftan Filistinliler 1967 sınırlarında iki devletli çözümü kabul etmelerine rağmen bu çözüm şimdiye kadar uygulamaya geçirilmedi. İsrail’in 1993’te FKÖ ile imzaladığı Oslo olarak bilinen anlaşmalar otuz senedir uygulamaya geçirilmedi. Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze’de devletlerini kurması gerekiyordu ancak bu gerçekleşmedi. Filistinliler haklarını elde edebilmek için Arap ve İslam ülkelerinin İsrail’e baskı kurmasını temenni ediyorlardı. “Arap Barış Girişimi” olarak isimlendirilen ve Filistinlilerin haklarına saygı göstermedikçe ve Batı Şeria ve Gazze’de Filistin devleti kurulmadıkça hiçbir Arap ülkesinin İsrail’le ilişikleri normalleştirmesini kabul edilebilir görmeyen bu girişim Filistinliler açısından olumlu karşılanmıştı. (Arap Birliği üyesi ülkeler, 2002’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kabul ettiği Arap Barış Girişimi bildirisiyle, 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletini kabul etmedikçe İsrail’le normalleşmeyi reddetmişti.)
Ancak maalesef günümüzde Arap ülkeleri Filistin devletinin kurulması şartı gerçekleşmediği halde İsrail’le normalleşmeye başladılar. Bu durum Filistinlileri güçlendirmiyor, aksine Filistin’in elini zayıflatıyor. Filistinlilerin haklarını verene kadar İsrail’le normalleşme yapılmayacakken, günümüzde Filistinliler hiçbir hukuklarını elde edemeden normalleşme gerçekleşiyor. Bu sebeple de İsrail Filistin meselesini ihmal ediyor, Filistinlilere hukuklarını iade etmek konusunda ciddiyetsiz davranıyor, zaten böyle davranmaması için de bir sebep yok. Çünkü Filistinlilerin hiçbir destekçisi yok artık, Arap ve İslam dünyasında İsrail’e karşı Filistin’le birlikte duracak bir ülke kalmadı. Filistinliler işgale karşı tek başlarına direniyorlar. Ciddi bir destekten yoksun kaldılar. Yirmi seneden bu yana Filistinlileri savunan, onların hakları konusunda çabalayan bir ülke kalmadı. Tabi burada istisnalar var. BM’de Filistin’in gözlemci ülke statüsü alması meselesinde bazı İslam ülkeleri özellikle de Türkiye’nin bu konuda çok ciddi çabaları vardı. Burada Türkiye’nin altını çizmek gerekiyor. Türkiye’nin BM’de ve her türlü uluslararası organizasyonda Filistinlilerin haklarını dillendirmede ve savunmada ve kendi devletlerini kurmak konusunda diplomatik girişimleri oluyordu. Dolayısıyla İsrail’le yaşanan her türlü yakınlaşma Filistin davasına zarar vermektedir. Filistinlilerin faydasına olmamaktadır. Çünkü bu adımlar İsrail’in bölgedeki konumunu güçlendiriyor, legalleştiriyor, bu ilişkiler ve normalleşmeler İsrail’in bölgede sanki normal bir devlet olduğu intibaını bırakıyor zihinlerde, ki bu tamamen yanlıştır, İsrail normal bir ülke değildir ki diğer ülkeler ile normal ilişkiler kursun, sanki problem sadece Filistinlilerle ilgili gibi bir intiba oluyor, bu zulümdür.
Filistinliler açısından Türkiye meselesi çok daha hassas. Yirmi senedir ve daha uzun hatta, Türkiye özellikle de sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Filistinliler için önemli bir savunucu ve destekçi olarak öne çıkmıştır. Türkiye hem siyasi olarak hem de basında Filistin meselesini destekleyen çok yüksek bir dil kullanıyordu, İsrail’in işgaline, terörüne, Filistinlilere karşı yapageldikleri haksızlıklara karşı çıkan bir dil vardı. Davos’taki meşhur one minitue hadisesinde gördük bunu mesela, Mavi Marmara gemisinde Türk vatandaşları Gazze’ye yardım götürmek ve destek olmak için çıktıkları yolda şehit oldular. BM’de verilen diplomatik destekler, Türkiye’deki kurumların Filistinli kurumlara sağladığı maddi yardımlar, Türk halkının Filistin meselesi ile dayanışma içerisinde olması, bunun gibi örnekler arttırabilir. Bütün bunlar Türkiye’nin Filistin’den yana İsrail’in karşısında durduğunu göstermesi bakımından önemli örnekler. Şimdi Türkiye’nin İsrail’le yakınlaşması Filistinlilerde sanki Türkiye’nin Filistin’i desteklemekten vazgeçtiği gibi bir anlayışa sebep oldu. Türkiye İsrail’le ilişiklerini Filistin meselesine rağmen düzeltiyor gibi anlaşılıyor. Tabi Sayın Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile görüşmesinde Kudüs’ün statüsü ve Filistinlilerin haklarının korunması konusunda Türkiye’nin ne kadar hassas olduğunu karşı tarafa ilettiklerini ifade etmiş olsa da Filistinliler genel olarak İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesinden hiç memnun değiller. Öyle sanıyorum ki bu durum bu şekilde devam eder ve artarsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Türkiye’nin Filistin halkı ve diğer bölge halkları açısından popülerliği bundan etkilenecek, düşüşe geçecektir.
Filistinliler kendilerini yalnız bırakılmış, mazlum ve her türlü destekten yoksun hissediyorlar. Şimdiye kadar Türkiye’nin tavrından ve desteğinden çok memnundular, ama bu gelişmelerden sonra bu destekten vazgeçildiği düşünülüyor, bu da onların öfkesine neden oluyor.
Filistin’de yapılan kamuoyu yoklamalarında Filistin meselesini destekleyen, Filistin dostu ülkeler ve liderler sıralamasında Erdoğan ve Türkiye hep ilk sırada yer alıyordu. Umarım Türkiye’nin ve Sayın Erdoğan’ın Filistinlilerin gönlündeki yerinin değişmesine sebep olacak gelişmeler yaşanmaz.
Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, Filistinliler hem tüm Filistinli gruplar hem elitler açısından son yaşanan olaylar neticesinde Türkiye’nin Tel-Aviv’de yaşanan eylemi kınaması ve Filistin direnişini terör olarak isimlendirmesi çok rahatsız edici oldu. Yirmili yaşlarında Filistinli bir genç, küçük yaşına rağmen çok kereler İsrail tarafından tutuklanmış, Ceninli bir genç ki Cenin her gün İsrail’in her türlü zulmüne tanık olan bir şehir, tutuklamalar, saldırılar, baskınlar, her hafta Cenin’de gençler İsrail askerleri tarafından vuruluyor, şehit düşüyor. Her hafta Cenin mülteci kampına baskınlar düzenleniyor, Cenin’in köylerine baskınlar düzenleniyor, kontrol noktalarında Filistinliler her türlü aşağılama ve hakarete maruz kalıyor, hatta hiç sebep yokken soğuk kanlılıkla vurulup öldürülüyorlar. Böyle bir ortamda büyüyen bir gencin bireysel olarak bir silah alıp Tel Aviv de böyle bir eylem yapması sonucunda 5 İsrailli ölüyor. Maalesef Türkiye bu yaşananı terör eylemi olarak tanımladı ve kınadı maalesef. Bu söylem kesinlikle Filistinliler için kabul edilebilir değil. Bu gencin yaptığı işgale karşı durmaktır, dolayısıyla meşrudur. Tüm uluslararası kanunlarla da bunun meşru olduğu sabittir. Filistin direnişi tamamen haklı gerekçelere dayanan meşru bir direniş hareketidir. İşgale maruz kalan tüm halklar bu şekilde davranış gösterir ve göstermiştir. Diğer taraftan işgalci İsrail bu olaydan bir gün sonra Cenin’de üç genci öldürdü, Türkiye buna karşın aynı sert üslubu kullanmadı, hatta kınamadı bile. Burada sanki bu yakınlaşmadan kaynaklanan bilinçli bir sessizlik görülüyor. Bu da Filistinliler ve bölge hakları açısından Türkiye’nin imajını olumsuz etkileyebilir. Türkiye’nin Filistin’e olan güçlü desteğinin yitirilmesini asla ve asla temenni etmeyiz.
2- Filistin’de 11 İsraillinin öldürülmesi ile sonuçlanan bir dizi olay yaşandı. Ramazan boyunca da gerilimin süreceği öngörülüyor, Filistin üçüncü bir intifadaya mı hazırlanıyor?
Gerçekten 2002-2003’te Aksa intifadasından sonra, İsrail’in Batı Şeria’yı istila etmesinden ve 2005’te Gazze’den çekilmesinden sonra İsrail Batı Şeria’da düzenli ve sistematik bir zulüm uyguluyor. İsrail’in işlediği terör ve suçların haddi hesabı yok. Özellikle de Batı Şeria’da taciz, cinayet, terör ve zorbalık her türlü hukuksuzluk günlük olarak yaşanıyor. Diğer taraftan Gazze şeridine yönelik savaşları hatırlayalım. 2008, 2009, 2012, 2014, 2021, bu savaşlarda binlerce Filistinli vatandaşımız öldürüldü ve on binlercesi yaralandı. Binlerce ev sahiplerinin üstüne yıkıldı.
Yine Batı Şeria’ya dönersek, habire yerleşim birimleri kuruluyor, Filistinli vatandaşların toprakları ellerinden alınıyor. Günümüzde varılan noktada Kudüs hariç sadece Batı Şeria’da 750.000 Siyonist yerleşimci yaşıyor. Burası işgal altındaki Batı Şeria toprakları, diğer bir ifade ile üzerinde Filistin devletinin kurulması kararlaştırılan 67 toprakları. Burada 300 tane yerleşim birimi ve karakolu var. Bunları artık üçüncü bir devlet olarak isimlendirenler var. Şöyle ki Filistin topraklarında üç devlet var. Birincisi İsrail devleti 48 sınırlarında; ikincisi Filistin devleti Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde; üçüncüsü de Batı Şeria topraklarında yerleşimcilerin devleti. Bu yerleşimcilerin tamamı silahlı, büyük bir kısmı İsrail ordusunda hizmet ediyor zaten, bunlar günlük olarak Filistin halkına karşı zorbalık ve işkence uyguluyor. Filistinlilere saldırıyor, ateş ediyor, gençleri öldürüyor, yaralıyor, yolları kapatıyorlar, tarım arazilerini talan ediyorlar, ağaçlara zarar veriyorlar, yakıyorlar, hayalinize gelen her türlü vandallığı uyguluyorlar.
Diğer taraftan İsrail ordusu ve güvenlik güçleri her hafta en azından bir genci (bazen genç kızlar, kadınlar, çocuklar da olmak üzere) bıçaklama, araçla ezme gibi çeşitli iddialar ile öldürüyor. Daha sonra çoğu zaman bunun asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Kaldı ki beraberinde silah bulunsa bile bu silah bıçak veya taştan başka bir şey değil, karşısında ise tam teçhizat silahlarla donatılmış askerler var. Bu askerler söz konusu kişiyi çok rahatlıkla etkisiz hale getirebilir, en azından öldürmeden sadece yaralayabilir. Ama İsrail böyle yapmıyor, bilerek ve kasıtlı olarak Filistinlileri öldürüyorlar. Son yıllarda yüzlerce Filistinli Batı Şeria’da yollarda, kontrol noktalarında bu şekilde İsrail askerlerinin direkt olarak kendilerini hedef alması ile şehit edildi, hiçbir gerçek sebep olmadan.
Diğer bir mesele ise, Filistinlilerin siyasi olarak herhangi bir geleceğe sahip olmamaları. İki devletli çözümün uygulanması için fırsat bırakılmadı, İsrail Batı Şeria’nın büyük bir kısmını yerleşim birimleri ve ayrımcı utanç duvarı inşası için zaten ele geçirdi. Bu duvar daha önce de bahsettiğimiz gibi çoklarının da ifade ettiği üzere İsrail’i bir apartheid devletine çevirdi. Bunlara ilaveten İsrail Kudüs’ü Yahudileştirmeye devam ediyor. Filistinlileri Kudüs’ten çıkartmak için her türlü uygulamayı sürdürüyor. Şeyh cerrah mahallesinde olduğu gibi.
Filistinlilerin bu koşullar altında, siyasi bir gelecek ufkundan yoksun olmaları, siyasi olarak hiçbir beklentilerinin olmaması, devletlerini kurabilecek bir siyasi çözümden yoksun bulunmaları, ve İsrail hükümetinin kendilerine yönelik acımasız politikaları, her gün Filistinlilerin hakkını ihlal eden suçlar işlemesi, günlük olarak Filistinlilerin öldürülmesi, tutuklanması ve işkenceye maruz kalması, Arap ve İslam dünyasının kendilerini yalnız bırakmaları gibi sebeplerin tamamı göz önünde bulundurulunca Filistinliler önlerinde işgalcilere karşı bireysel olarak direnişten başka bir çıkış görmüyorlar. Ellerindeki kısıtlı imkanlarla işgalcilere karşı durmak istiyorlar. Örneğin Gazze şeridinde işgale silahla karşılık veriyorlar ama Batı Şeria’da bireysel eylemler ile, bıçaklama, araçla ezme gibi eylemlerle karşılık veriyorlar, yine protesto gösterileri, Şeyh Cerrah’ta olduğu gibi mesela oturma eylemleri vs. düzenliyorlar, imkanları buna el veriyor sadece.
Son dönemde, son aylarda, geçen sene ramazandan (2021) bu yana diyebiliriz belki işgalcilere karşı geniş çaplı eylemler yapıldı. Seyf’ul-Kuds savaşı ile coğrafi sınırlar olmaksızın tüm Filistinliler işgalci İsrail’e karşı bir dizi eyleme girişti. Batı Şeria, Gazze Şeridi, 48 Arapları ve hatta diasporadaki Filistinliler, birlik olup işgalcilere karşı durdular. Bu da Filistinlilere kendilerine bir güven verdi. İşgalcilere karşı tek başlarına durabileceklerine dair bir güven geldi. Aynı şekilde işgalcilere karşı kendi başlarına durmazlarsa, kimsenin onlar için bir şey yapacağı yok, bunu da fark ettiler. Bütün bu sebepleri bir arada düşününce, siyasi ufuktaki muğlaklık, İsrail’in zorbalıklarının devam etmesi, Filistinlilerin geleceğe yönelik umutlarını kaybetmiş olmaları, Arap ve İslam ülkelerinden gelecek olan desteğe güvenlerini yitirmeleri bu sebeplerin tamamı Filistinlileri işgalcilere karşı toptan bir direnişe sürükleyebilir. Yani bunun yaşanması için ortam çok müsait, etkenler hazır, bu ateşi fitilleyecek herhangi bir olay yeterli olacaktır. Filistin patlamaya hazır bir dinamit. Bu ramazanda da gerçekleşebilir bu, önümüzdeki aylarda da olabilir, kimse bilemez bunu ama şu bir gerçek ki bunun meydana gelmesi için gerekli şartların tamamı mevcut. Filistinliler ve İsrailliler arasında büyük bir çatışmanın yaşanması kaçınılmaz. Çünkü Filistin halkı davasını terk etmeyecek, haklarını elde etmek konusunda hala kararlı, pes etmeyecek, vazgeçmeyecek, teslim olmayacak. Yüzyıldır teslim olmadı. İngiliz işgali ve Siyonist işgaline karşı yüzyıldır direniyor, şimdi de teslim olmayacak, direnişe devam edecek, savaşlarını sürdürecekler. Ki zaten önlerinde başka bir seçenek yok. Filistinlilerin önünde işgale karşı direnişlerini sürdürmekten başka bir çözüm yolu yok. Dolayısıyla pek yakın bir zamanda üçüncü intifada veya beşinci savaş, nasıl ve ne zaman olacağını kimse bilmiyor ama ciddi bir çatışma yaşanacaktır.
3- Bölgede değişimler yaşanıyor, birçok Arap ülkesi İsrail ile normalleşme gerçekleştirdi. Filistin meselesi bu gelişmeler ışığında nasıl bir yola savrulacaktır?
Birinci soruda da işaret ettiğimiz üzere Arap baharı ve sonrasında meydana gelen anti-devrimler/darbeler ve diğer olaylar sonrasında Filistin davası ciddi bir çıkmaza düştü. Netleştirelim burayı; Arap baharı Filistin davasını çıkmaza sokmadı, ancak Arap baharı Arap halkının arzu ettiği şekilde gerçekleşmiş olsaydı Filistin davası için ciddi bir imkân doğacaktı. Arap baharı başarılı olsa idi Arap ülkelerinde Arap halkının iradesi doğrultusunda seçimle iş başına gelmiş hükümetler bulunacaktı. Bu hükümetlerin ise mutlaka Filistin’i ve Filistin davasını savunan hükümetler olacağı apaçık belliydi. Bu hükümetler işgale karşı olacaklardı, işgalci Siyonist devlete karşı duracaklardı. Bu sebeple de zaten tüm devrimlerin başarıya ulaşması engellendi ve bir şekilde gerek darbeler gerek savaşlar ile bölge bir kaosa sürüklendi. Halihazırdaki uluslararası düzende egemen güçler, İsrail karşıtı hükümetleri kabul etmeye uygun değil. Bu sebeple bu devrimler başarılı olamadı, örneğin Yemen’de, Libya’da savaşlar çıktı. Filistin meselesi bu gelişmelerden olumsuz etkilendi tabi ki. Bölgede daha farklı konular ilk ve öncelikli meseleler arasına girdi. Örneğin Suriye, Yemen meseleleri, Irak meselesi, Libya, Lübnan, gibi birçok mesele şu an bölgenin gündemini ciddi anlamda meşgul ediyor. Öncesinde sadece Filistin meselesi vardı, herkes onu konuşuyordu ama şimdi halkların herkesin kendi krizleri var, onunla meşguller. Bu da bir anlamda Filistin davasının öncelikli dava olması değerini düşürdü.
Diğer bir nokta ise bölgedeki mezhepsel çatışma; özellikle de Sünni Arap alemi ile Şii İran arasındaki sıkıntı Arap aleminde İran ile mücadele etmek sadece İsrail ile ittifakla mümkün olabilir gibi bir anlayışa sebep oldu. Maalesef Bahreyn, BAE, Sudan, Fas ve belki yakında başka devletler de göreceğiz İsrail’le normalleşme yolunu tercih etti. Arap dünyası İsrail’le yapılan normalleşme ve ittifakları için İran’ın bölgedeki nüfuzu ve yayılmacılığını gerekçe olarak göstermektedir. Bu da tabi Filistin meselesini olumsuz etkiledi, çünkü bu şekilde İsrail’in bölgedeki konumu güçlendi. Bu normalleşmeler neticesinde İsrail Ortadoğu’daki konumunu güçlendirdi, bölgede sanki başat role sahip bir ülke haline geldi. Ürdün ve Mısır’ın İsrail’le zaten daha önceden ilişkileri vardı. Fas, Sudan, BAE, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkeler normalleşme kararları aldı ve adımlar atıldı. Türkiye yine İsrail’le ilişkileri onarma adına adımlar attı. Şimdi maalesef geldiğimiz noktada Sünni dünyanın merkezi adeta İsrail oldu. İran karşıtı bloğun merkezi olarak İsrail bölgede Arap ülkeleri nezdinde özellikle başat bir rol edinmeye başladı. Bu durum Filistin meselesi için çok ciddi bir tehlike arz ediyor. Varoluşsal bir tehlikeden söz ediyoruz. Çünkü Filistin meselesi Arap ve Müslümanların davası; en başından beri bu davayı sahiplenenler, bu uğurda savaş verenler Araplar ve Müslümanlar olmuştu. Dolayısıyla şimdi Arapların ve Müslümanların Filistin davasına ilgilerini yitirmeleri Filistin davası için çok tehlikeli olacak. Yine bu durum Filistinlileri kendilerini iyice yalnızlaştırılmış hissetmelerine sebep oluyor. Temennimiz bu gelişmelerin bu şekilde gerçekleşmemesi üzerine. Irak, Suriye, Yemen, Libya ve Türkiye gibi bölgede merkezi derecede öneme sahip olan ülkelerin eski hallerine dönmelerini, kaos ve savaşların son bulmalarını temenni ediyoruz. Bu ülkeler Filistin davasının en büyük destekçileri olarak bulunuyorlardı. Bitirmeden önce şunu da ekleyeyim, bölgedeki tüm bu zor şartlara rağmen, İsrail’le yapılan normalleşme dalgalarına rağmen, İsrail’in içeride ciddi bir zayıflık yaşadığını gösteren işaretler var. Biraz garip görünebilir ama gerçek bu.
İsrail hiçbir savaşa girecek durumda değil artık. 1982’den bu yana girdiği tüm savaşlarda sürekli yeniliyor. 2006’da Hizbullah karşısında yenildi. Lübnan’da hedeflerini gerçekleştiremedi, bir sürü kayıp verdi. Filistin direnişi ile girdiği çatışmalarda, Gazze şeridine yönelik savaşlarında hedeflerini gerçekleştiremedi. Bireysel direniş eylemleri ile dahi baş etmekte zorlanıyor. Kaldı ki siyasi olarak oldukça zayıf durumdalar. Diğer taraftan farklı halk katmanları arasında çok derin toplumsal problemlerle karşı karşıyalar. Filistin’e Yahudi göçünü ve demografiyi kontrol etmede de başarısız oluyor. Günümüzde şimdi tarihi Filistin topraklarında yaşayan Filistinlilerin sayısı Yahudilerden daha fazla. Tüm tehcir, Filistinlileri zorla göç ettirme, topraklarını ele geçirme vs. siyasetlerine rağmen bunda başarılı olamadılar. Yine tüm bu yaptığı uygulamalar sebebi ile İsrail’in dünya kamuoyunda imajı da gittikçe kötüleşmekte, apartheid rejim olduğu kabul edilmekte. Ayrıca bir teokrasi (din devleti) olarak da eleştirilmektedir. Tüm dünyada teokratik devlet modeli olumsuz addedilmekte, bunun diktatörlük ve ırkçılık barındırdığı ifade edilmekte, demokrasi, özgürlük ve hukuk fikri ile çakıştığı ve sivil devlet modeline uymadığı düşünülmektedir. İsrail bugün apartheid ve teokratik bir rejim, ayrıca siyasi olarak zayıf, koalisyonları ve siyasi ittifakları bir vehimden ibaret. Filistinlilerin mücadelesine karşı durmaktan aciz, bu sebeple de ayrımcı duvar inşa etti. Bazı bölgelerde iki duvarlar var mesela, iç duvar dış duvar şeklinde daha korunaklı olması için. Tüm bu sebepler ışığında Filistinliler umutlarını yitirmediler. Topraklarını ve haklarını elde etmek ve bu Siyonist yapıya son vermek için direnmeye devam ediyorlar. İsrail, Araplarla ilişkiler kursa da normalleşmeler yapsa da Filistinlileri mağlup edemeyecek. Dünya tarihinde hiçbir işgal başarı ile sonuçlanmamıştır. Tüm işgaller son bulacaktır. Bir gün Filistinliler de diğer halklar gibi kendi haklarını tayin etme kararına sahip olacaklar, haklarını elde edecekler, ülkelerini işgalden kurtaracaklar. Buna inancımız tam.